Yeppyeni bir yıl var önümüzde. Yine hayaller kurup yine kırıklar toplayacağız bahçemizden. Kimi zaman da meyve verecek hayal bahçelerimiz. Sabırsızlık ise bazen meyveleri kırığa dönüştürecek bazen de meyve olmasını beklediğimiz kırıklarla yüzleşmemizi sağlayacak.
Son 2 gün zihinsel başlangıcımız için. Tazelenmek için hep böyle bahanelere ihtiyacımız var nedense..
Kendi adıma 2013'ü kapatırken hayatımdaki tüm belirsizliklere nokta koymayı hedefledim. Belki biraz geç kaldım ama ilk iki adımı da bugün itibariyle tamamladım. 2013'ten bana kalan hiç meyve yokmuş. Canım mı? E, acıdı tabi biraz. Ama geçecek.. Hatta geçmeye başladı bile. Bakış açısına göre sabırsızlık etmiş olabilirim. Oysa gerçek: "Bu benim hayatım!" ve ben onu iyisiyle de kötüsüyle de kabullenmeye hazırım. Geride bıraktığım -özellikle- 8 senenin tamamında olduğu gibi.
Yepyeni hayallerim, bin bir çeşit umutlarım yok, dahil olmaya hazırlanan 365 için. Hayallerim aynı, beklentilerim yerini akışa bırakıyor, her başlayan yeni sabahla.
Bugüne kadar gözümde büyüttüğüm bir yaş bekliyor beni bu yıl. Onu da bir şenlik havasında kabule hazırım. Hatta onun için sabırsızlanıyorum, diyebilirim. Ve öğreniyorum ki ne yaparsan yap, zaman kendi hızını bozmadan yoldan topladıklarını getirip seriyor önüne. Hayır, yaşlanmadım. İçimdeki büyük enerjiyle büyüyorum sadece ve gülümsüyorum önümde açılacak her kapıya.
30 Aralık 2013 Pazartesi
28 Aralık 2013 Cumartesi
ve ben..
"Bir büyük boşlukta bozuldu büyü. ."
Ötesine hacet var mı bilinmez. Sustukça susarsın da içindeki boşluk dolmak için sözcükleri arıyorsa eğer işin zor. İşin cidden zor.
Ama işte tüm cesaretinle susarsın bazen.
O vakit şimdi susma vakti. Haydi, topla bütün cesaretini!
Ötesine hacet var mı bilinmez. Sustukça susarsın da içindeki boşluk dolmak için sözcükleri arıyorsa eğer işin zor. İşin cidden zor.
Ama işte tüm cesaretinle susarsın bazen.
O vakit şimdi susma vakti. Haydi, topla bütün cesaretini!
26 Aralık 2013 Perşembe
incelikler yüzünden...
İncindim, incitildim derinden.
Terk ettim kendimi.
Tesadüfen karşılaştım içimde
Kendimle yeniden.
Bir minicik kız çocuğu
Bak,
Duruyor orada hala
Anlatamam gördüklerimi, o neşeli çocuğa
Artık beni asla yaralayamaz hayat, eğer istemezsem,
Yıllar beni kolay yakalayamaz, ben durup beklemezsem
Siz yine de incelikli davranın
Benim kadar değilse de
Ben, bu yüzden,
İncelikler yüzünden,
Belki daha çok üzüldüm...
Bir minicik kız çocuğu
Bak,
Duruyor orada hala...
Ve günlerden bir gün olduğunda tekrar diyeceğim ki:
Artık beni asla yaralayamaz hayat, eğer istemezsem,
Yıllar beni kolay yakalayamaz, ben durup beklemezsem...
Ama bugün minicik kız çocuğuna sarılıp onu koktuğu her şeyden koruyacağım..
16 Aralık 2013 Pazartesi
Basit.. mi?
İçimde yine bir yığın söz, bu kez sayfalarca susmak istiyorum. Çığlık çığlığa saklasın her şeyi ardımda bıraktığım kilometrelerce beyaz sayfa.. Ya da düşüncelerimi önceden keşfeden onca yetenekli şair, yazar anlatsın bu kez benim yerime nefeslerimi. Hatta mümkünse düşünsünler benim yerime günahına girdiğim o sözcükleri tek tek, hak geçirmeden. Çünkü benim için şu anda iki şey var hissedilebilen: İki yıl önce Ölüdeniz'de yediğim makarnanın lezzeti ve yanında duran şarabımın denize karışan enfes rengi. O anı, o an yapan dostlarım bile hatıraMa dahil olamıyor. Sonsuz bir bencillikte sahiplendim o anı, öylesine ki anıma renk katan müzik bile sadece güneşin ninnisiymiş de onunla birlikte çekilip hiç olmamış gibi..
Sözcükler ne garip... Bir anda hücum edip kalbinize sizi hareketlendiriyor ve sonra oracıkta yapayalnız bırakıp kaçıyorlar yine köşelerine. Çocuklar gibi, saklambaç oynamaya doymayan çocuklar gibi onlar. Ve çocuklar bu oyundan keyif aldığı anlarda nasıl masum gülümsüyorsa size işte öyle gülümsüyorlar bana uzaktan. Tek sorun ben bazen büyüdüğümü sanıp onlarla oynamaktan vazgeçiyorum. Oysa içimdeki çocuk bile oyuna doymadı daha.. Bak yine gülümsüyorum.
" - Bilge neden Nazmi'den ayrıldı?
- Bilmiyorum Sevgi. Anlaşamadılar herhalde.
- Garip.
...
Kelimeler albayım bazı anlamlara gelmiyor. Kelimeler albayım hangi anlamlara geliyor?
...
'Garip' kelimesiyle Sevgi, aslında ne demek istemişti acaba? Ben de neden, 'Bilmiyorum Sevgi', dedim, bildiğim halde?"
derken Oğuz Atay kelimelerin saklandıkları yeri ne de güzel, ne de kolay bulduğunu kanıtlıyor.
Oysa ne çok insan tanıyorum ben; kendi kelimelerine sahip olamayan, başkalarının kelimelerine körü körüne muhtaç olan. Ve ne çok üzülüyorum aslında onlar için. Benim kelimelerimi merak ettiklerinde hemen onlara kendi kelimelerini bulmalarını öğütlemek istiyorum. Sonra geçiyor. Herkes gibi, her "büyük" gibi alışılmışları sıralayıp susuyorum. Bunu yapmak istemediğimdeyse sıralamalarım bitmiyor bir türlü. Sanki sıkılsınlar, sorduklarına pişman olsunlar ve bir daha hiç sormadan kendi kelimelerini aramaya çıksınlar istiyorum.
Ne çok seviyorum karşısında susamadığım insanları.. Düşünsünler istiyorum, yorulsunlar ve hatta beni de yorsunlar. Sıradanlığa kapılıp aynı şeyleri tekrarlamasınlar. Sıradanlığı aştıkları her yeni sözcükle beni aydınlatsınlar, düşündürsünler; sonra ben yorayım onları..
Ne çok şey bekliyorum şu hayattan..
Huzur. Huzur bekliyorum mesela. Çoğu insanın "Çok bir şey istediğim de yok ki, sadece 'huzur' istiyorum." deyişi misali. Sahi, çok bir şey değil midir huzur? Basit midir? Yorgun argın eve geldiğin bir günde kahveni içerken vücudunu dinleyebilmektir huzur. Düşünecek başka hiçbir şeyinin olmamasıdır. Bana sorarsan ne çok şeydir o huzur.. Basit.. değil..
Tıpkı, zihnime hücum eden onca sözcüğü tek bir konuya hapsedememek gibi..
Sözcükler ne garip... Bir anda hücum edip kalbinize sizi hareketlendiriyor ve sonra oracıkta yapayalnız bırakıp kaçıyorlar yine köşelerine. Çocuklar gibi, saklambaç oynamaya doymayan çocuklar gibi onlar. Ve çocuklar bu oyundan keyif aldığı anlarda nasıl masum gülümsüyorsa size işte öyle gülümsüyorlar bana uzaktan. Tek sorun ben bazen büyüdüğümü sanıp onlarla oynamaktan vazgeçiyorum. Oysa içimdeki çocuk bile oyuna doymadı daha.. Bak yine gülümsüyorum.
" - Bilge neden Nazmi'den ayrıldı?
- Bilmiyorum Sevgi. Anlaşamadılar herhalde.
- Garip.
...
Kelimeler albayım bazı anlamlara gelmiyor. Kelimeler albayım hangi anlamlara geliyor?
...
'Garip' kelimesiyle Sevgi, aslında ne demek istemişti acaba? Ben de neden, 'Bilmiyorum Sevgi', dedim, bildiğim halde?"
derken Oğuz Atay kelimelerin saklandıkları yeri ne de güzel, ne de kolay bulduğunu kanıtlıyor.
Oysa ne çok insan tanıyorum ben; kendi kelimelerine sahip olamayan, başkalarının kelimelerine körü körüne muhtaç olan. Ve ne çok üzülüyorum aslında onlar için. Benim kelimelerimi merak ettiklerinde hemen onlara kendi kelimelerini bulmalarını öğütlemek istiyorum. Sonra geçiyor. Herkes gibi, her "büyük" gibi alışılmışları sıralayıp susuyorum. Bunu yapmak istemediğimdeyse sıralamalarım bitmiyor bir türlü. Sanki sıkılsınlar, sorduklarına pişman olsunlar ve bir daha hiç sormadan kendi kelimelerini aramaya çıksınlar istiyorum.
Ne çok seviyorum karşısında susamadığım insanları.. Düşünsünler istiyorum, yorulsunlar ve hatta beni de yorsunlar. Sıradanlığa kapılıp aynı şeyleri tekrarlamasınlar. Sıradanlığı aştıkları her yeni sözcükle beni aydınlatsınlar, düşündürsünler; sonra ben yorayım onları..
Ne çok şey bekliyorum şu hayattan..
Huzur. Huzur bekliyorum mesela. Çoğu insanın "Çok bir şey istediğim de yok ki, sadece 'huzur' istiyorum." deyişi misali. Sahi, çok bir şey değil midir huzur? Basit midir? Yorgun argın eve geldiğin bir günde kahveni içerken vücudunu dinleyebilmektir huzur. Düşünecek başka hiçbir şeyinin olmamasıdır. Bana sorarsan ne çok şeydir o huzur.. Basit.. değil..
Tıpkı, zihnime hücum eden onca sözcüğü tek bir konuya hapsedememek gibi..
15 Aralık 2013 Pazar
Bu da neydi böyle?
Geçirdiğim son 2-3 haftaya bakıyorum, dursuz duraksız ama hiç de keyifli değil.. Ömürde iz bırakan her şey hep bu kısacık anlarda üst üste yığılarak olmaz mı zaten? Dilim tutuluyor, anlatmak belki de hiç bu kadar zor olmamıştı ve anlatmaya bu kadar ihtiyaç duymamıştım.
Müfettiş ve misafir telaşesi hayatımızın olmazsa olmazı aslında ama benim durağan hayatım için bu ikisinin birleşmesi her zaman yaşananlardan değildi. Yine de her yeni gün bir nefesle başlayınca tat alınacak bir şeyler illa ki bulunuyordu. Sonra hiç yaşanmamış gibi her şey bir anda sıkıcı rutine dönüverdi.
Geçirdiğim hafta sonunda kendimi dinlenmem gerektiğine inandırmayı da başarmıştım. Nicedir ihmal ettiğim uzaklardaki dostlarla uzun sohbetler yalnızlığımı da örtüyordu hem. Yeni hafta ise tam anlamıyla kabus gibi başladı; ölüm, kaygı, sinir hepsi bir aradaydı. Evimin duvarlarından farksız davranarak kendimi koruduğumu sandım, kapattım kendimi herkese ve her şeye. Bildiğim tek şey ayakta kalmam gerektiğiydi çünkü biliyordum beni, elimden tutarak kimse kaldırmayacaktı. Herkesi buna inandırmış ve alıştırmıştım. Oysa duvarların da alçıları dökülebiliyordu. Her zamanki gibi bunu gizlemeyi görev bilip yaşamaya çalışırken 5 gün süren elektrik kesintisi her şeyi alt üst etti. Bu kez hiçbir şeyi gizleyemez oldum; soğuk, üzüntü, yalnızlık her şey tokat gibi çarpıyordu yüzüme. Soğuğun etkisiyle ilerleyen hastalığım, doğru düşünmekten, doğru davranmaktan gitgide uzaklaştırdı beni. Hoş, belki de doğru olan o sırada yaptıklarımdı, kim bilir...
Aslında insan evinin içinde başındaki bereye rağmen soğuktan başının zonkladığını hissederken emin olduğu tek şey insanlıktan uzaklaştığı oluyor, etik kuralları algılayacak kadar olgun şartlar bulunmadıkça çoğu şey değerini kaybediyor, insan bencilleşiyor. "Sineklerin Tanrısı"nda W. Golding de bunu vurgulamaya çalışmıyor muydu? Evet, okuduğum zaman da hak vermiştim bu fikre ama günün birinde bu kadar içselleştirebileceğimi hiç düşünmemiştim.
Uzun elektrik kesintileri bazen işe çok yarar. Bir kere bol bol düşünür insan, hem de bölünme ihtimali olmadan. Düşünürken uyuyakalır, düşünceleri iyice oturur, yerleşir yerine. Duygularını ölçer, ne istediğini genellikle bulamaz ama A. İlhan'ın Kamarot Hasan'ı gibi neyi istemediğine kesin olarak karar verir.
Teknolojiden uzakta olunca uzaktaki canlardan da uzak düşüyor insan, yanı başında duran canlarla canına can katıyor, ısınıyor ya da en kötü ihtimalle "birlikte" üşüyor. Meğer ne güzelmiş bir şeylere "birlikte" göğüs germek, insanın canı daha az acıyormuş böyle olunca(ya da en azından öyle sanıyormuş insan).
Yalnız kaldığım anlarda da eski defterlerimi kurcaladım, iki senedir elektrik kesintisinde içimde birikenleri tabiri caizse kustuğum kağıtlara baktım ve yine gördüm bazen insanın ne kadar yüksek perdeden atıp tutabildiğini, üstelik bütün o düşünceleri tüm samimiyetimle aktardığımı bildiğim halde.
Velhasıl-ı kelâm bu kez de ne istediğime karar veremedim ama artık ne istemediğimi ben de iyi biliyorum. Bunun için doğru yolun hangisi olduğunu da bilmiyorum ama eminim dostlarım bilmeden de olsa bana doğru yolu seçmemde yardım edecek. Sonuçta hayat bize rağmen durmuyor...
Müfettiş ve misafir telaşesi hayatımızın olmazsa olmazı aslında ama benim durağan hayatım için bu ikisinin birleşmesi her zaman yaşananlardan değildi. Yine de her yeni gün bir nefesle başlayınca tat alınacak bir şeyler illa ki bulunuyordu. Sonra hiç yaşanmamış gibi her şey bir anda sıkıcı rutine dönüverdi.
Geçirdiğim hafta sonunda kendimi dinlenmem gerektiğine inandırmayı da başarmıştım. Nicedir ihmal ettiğim uzaklardaki dostlarla uzun sohbetler yalnızlığımı da örtüyordu hem. Yeni hafta ise tam anlamıyla kabus gibi başladı; ölüm, kaygı, sinir hepsi bir aradaydı. Evimin duvarlarından farksız davranarak kendimi koruduğumu sandım, kapattım kendimi herkese ve her şeye. Bildiğim tek şey ayakta kalmam gerektiğiydi çünkü biliyordum beni, elimden tutarak kimse kaldırmayacaktı. Herkesi buna inandırmış ve alıştırmıştım. Oysa duvarların da alçıları dökülebiliyordu. Her zamanki gibi bunu gizlemeyi görev bilip yaşamaya çalışırken 5 gün süren elektrik kesintisi her şeyi alt üst etti. Bu kez hiçbir şeyi gizleyemez oldum; soğuk, üzüntü, yalnızlık her şey tokat gibi çarpıyordu yüzüme. Soğuğun etkisiyle ilerleyen hastalığım, doğru düşünmekten, doğru davranmaktan gitgide uzaklaştırdı beni. Hoş, belki de doğru olan o sırada yaptıklarımdı, kim bilir...
Aslında insan evinin içinde başındaki bereye rağmen soğuktan başının zonkladığını hissederken emin olduğu tek şey insanlıktan uzaklaştığı oluyor, etik kuralları algılayacak kadar olgun şartlar bulunmadıkça çoğu şey değerini kaybediyor, insan bencilleşiyor. "Sineklerin Tanrısı"nda W. Golding de bunu vurgulamaya çalışmıyor muydu? Evet, okuduğum zaman da hak vermiştim bu fikre ama günün birinde bu kadar içselleştirebileceğimi hiç düşünmemiştim.
Uzun elektrik kesintileri bazen işe çok yarar. Bir kere bol bol düşünür insan, hem de bölünme ihtimali olmadan. Düşünürken uyuyakalır, düşünceleri iyice oturur, yerleşir yerine. Duygularını ölçer, ne istediğini genellikle bulamaz ama A. İlhan'ın Kamarot Hasan'ı gibi neyi istemediğine kesin olarak karar verir.
Teknolojiden uzakta olunca uzaktaki canlardan da uzak düşüyor insan, yanı başında duran canlarla canına can katıyor, ısınıyor ya da en kötü ihtimalle "birlikte" üşüyor. Meğer ne güzelmiş bir şeylere "birlikte" göğüs germek, insanın canı daha az acıyormuş böyle olunca(ya da en azından öyle sanıyormuş insan).
Yalnız kaldığım anlarda da eski defterlerimi kurcaladım, iki senedir elektrik kesintisinde içimde birikenleri tabiri caizse kustuğum kağıtlara baktım ve yine gördüm bazen insanın ne kadar yüksek perdeden atıp tutabildiğini, üstelik bütün o düşünceleri tüm samimiyetimle aktardığımı bildiğim halde.
Velhasıl-ı kelâm bu kez de ne istediğime karar veremedim ama artık ne istemediğimi ben de iyi biliyorum. Bunun için doğru yolun hangisi olduğunu da bilmiyorum ama eminim dostlarım bilmeden de olsa bana doğru yolu seçmemde yardım edecek. Sonuçta hayat bize rağmen durmuyor...
10 Kasım 2013 Pazar
Sadakatim Kendimedir
Ne çok laf döndü yine cinsiyetler üzerine. Yüklenen rollerde detay çalışmaları gün geçtikçe hız kazanıyor. Toplumsal rollerin yanısıra mesleki anlamda da cinseyete bağlı yeni görevler yükleniyor.
Birisi çıkıp evimin içinde neler yaptığımı sorgulama hakkı olduğunu iddia ediyor. Acı tarafı birinin çıkıp bu konuda hak sahibi olduğunu açıklamasından ziyade bu uygulamanın yerinde olduğunu savunan insanları görmek. Aklıma her defasında "1984" geliyor. Orwell'in öngörülü kurgusuna gıpta etmekle beraber bu kadar benzerlik rastlantısal olamaz diye düşünüyorum ve acaba diyorum, kurguya kendini fazla kaptırdılar da bir tiyatro misali canlandırma yapmaya mı çalışıyorlar? Her ne ise bu korkunç bir teori zaten!
Bütün bunlar olurken er zümresi iyiden iyiye havaya girip "Ben yaparım, çok da güzel olur!" nidalarıyla hanelerine kattıkları kumalar yetmemiş olacak ki araya çerez niyetine başkalarını ekleyerek kadınların kalmayan gururlarını eziyor. Üstelik bunu kadınların dışarı çıkmasını ayıp, namusa aykırı bulan topluluk yapıyor! Halen erkeğin namusunu yalnızca borçsuz olmak sananlar var ne yazık ki.
Tabi ki aldatan sadece bu bölgenin insanları olmadığı gibi sadece erkekler de değil. Sadakat önemli, dostluklarda, ailede, ilişkilerde.. Ve sadakat karşımızdakine değil bize bağlı olmalı. Benim sadakatim kendime arkadaş, öyle imzayla, konu komşu korkusuyla sağlanamaz bu erdem!
Birisi çıkıp evimin içinde neler yaptığımı sorgulama hakkı olduğunu iddia ediyor. Acı tarafı birinin çıkıp bu konuda hak sahibi olduğunu açıklamasından ziyade bu uygulamanın yerinde olduğunu savunan insanları görmek. Aklıma her defasında "1984" geliyor. Orwell'in öngörülü kurgusuna gıpta etmekle beraber bu kadar benzerlik rastlantısal olamaz diye düşünüyorum ve acaba diyorum, kurguya kendini fazla kaptırdılar da bir tiyatro misali canlandırma yapmaya mı çalışıyorlar? Her ne ise bu korkunç bir teori zaten!
Bütün bunlar olurken er zümresi iyiden iyiye havaya girip "Ben yaparım, çok da güzel olur!" nidalarıyla hanelerine kattıkları kumalar yetmemiş olacak ki araya çerez niyetine başkalarını ekleyerek kadınların kalmayan gururlarını eziyor. Üstelik bunu kadınların dışarı çıkmasını ayıp, namusa aykırı bulan topluluk yapıyor! Halen erkeğin namusunu yalnızca borçsuz olmak sananlar var ne yazık ki.
Tabi ki aldatan sadece bu bölgenin insanları olmadığı gibi sadece erkekler de değil. Sadakat önemli, dostluklarda, ailede, ilişkilerde.. Ve sadakat karşımızdakine değil bize bağlı olmalı. Benim sadakatim kendime arkadaş, öyle imzayla, konu komşu korkusuyla sağlanamaz bu erdem!
8 Kasım 2013 Cuma
Yorgunum, Yorgunsun, Yorgunlar
Ne çok yoruluyoruz yahu! Saçma, kağıt israfı tüm bunlar. Kimsenin okumadığı, hiçbir zaman da okumayacağı kağıtları hazırlamak için saatler harcıyor, zihnimizi tam performans çalışmaya zorluyoruz. Hele bir de benim gibi "Olmuşken tam olsun madem"cilerdenseniz işiniz cidden zor.
Çok basit bir durumu anlatan cümleyi yeri geliyor farklı şekillerde defalarca kuruyoruz. İşte bu da benim için çıldırtıcı sebeplerden biri. Velhasıl-ı kelâm insanlarla iletişim halinde kalmak da zor.
Çok basit işler için o kadar efor harcıyoruz ki düşünmeye ve yaşamaya zamanımız kalmıyormuş gibi hissediyorum. Düşünmek, sevmek, okumak, izlemek, özlemek.. Siz biraz daha bekleyin, şimdi çok gereksiz bir iş için tüm vaktimi ve enerjimi harcamam gerek!
Bir kitap karakterini sündüre sündüre tartıştığım dostlarım neredesiniz? Özlüyorum sizi ve üniversitede (son kez)yaşamamız ve düşünmemiz için bize armağan edilen o zamanları. Hey gidi..
Eh ne diyeyim kolay gelsin hepimize..
Çok basit bir durumu anlatan cümleyi yeri geliyor farklı şekillerde defalarca kuruyoruz. İşte bu da benim için çıldırtıcı sebeplerden biri. Velhasıl-ı kelâm insanlarla iletişim halinde kalmak da zor.
Çok basit işler için o kadar efor harcıyoruz ki düşünmeye ve yaşamaya zamanımız kalmıyormuş gibi hissediyorum. Düşünmek, sevmek, okumak, izlemek, özlemek.. Siz biraz daha bekleyin, şimdi çok gereksiz bir iş için tüm vaktimi ve enerjimi harcamam gerek!
Bir kitap karakterini sündüre sündüre tartıştığım dostlarım neredesiniz? Özlüyorum sizi ve üniversitede (son kez)yaşamamız ve düşünmemiz için bize armağan edilen o zamanları. Hey gidi..
Eh ne diyeyim kolay gelsin hepimize..
6 Kasım 2013 Çarşamba
Ne bu merak?
Çok meraklı bir toplumuz. Soru sormaktan, öğrenmeyi istemekten hiç çekinmiyoruz. Özellikle şu anda görev yaptığım bölgede bu tutum oldukça yerleşmiş.
Bir öğretmen için sorgulayan öğrenci arayıp da bulunamayan mücevherdir aslında. Meraklı öğrenci, öğrenmeye teşvik edilir, soruları sabırla ve keyifle yanıtlanır. Ama bu merak sizin özel hayatınıza yönelikse durum değişir. Bu hafta aramıza yeni katılan arkadaş; daha adımı dahi bilmezken önceki iş yerimde kazandığım parayı, kaç saat çalıştığımı, anne ve babamın birlikteliğini, ailemin aylık gelirini, ailemle ilişkimin nasıl olduğunu sorarken hiç tereddüt etmiyordu. Bir yandan da sürekli araştırmayı çok sevdiğini söylüyor, araştırmacı(!) kişiliğiyle övünüyordu. Çalışma ortamının zar zor sağlanan, pamuk ipliğine bağlı huzurunu katletmemek için "Sana ne arkadaşım benim anamdan, babamdan, paramdan?!" diye haykıramadım ya, ona yanıyorum.(Yine de şanslıyım, en azından diğer arkadaşlara yaptığı gibi medeni durumuma el atıp beni evlendirmeyi görev edinmedi, yetinmeyi öğrenmeliyim!)
Hoş, dışarıda da durum değişmiyor ki.. Herhangi bir ihtiyacınızı karşılamak için girdiğiniz bir dükkanda iki dakika içinde bitecek alışverişinizi bitmek tükenmek bilmeyen, utanmasalar yatak odanıza varana dek yönelttikleri sorularla uzatıyor da uzatıyorlar. Tabi bu işte o kadar ustalar ki siz istemediğinizi söylediğiniz halde önünüze yapışan bir bardak çayla desteklemeyi ihmal etmiyorlar sorularını(sanki daha katlanılır olacakmış gibi!). Sevdiğim bir dizide İsmail Abi derdi ki: "Çay veren adam kötü olur mu hiç?"
Arada bir karşılaştığım komşularımla ayaküstü sohbetlerimizde burada yapacak bir şey olmamasından yakınırken günde kaç kez evden çıktığımı hatta çıkınca nereye gittiğimi dahi bildiklerini öğrendim. Eh bunun üstüne evime gelen misafirlere ve hatta evdeki sohbetlerimize haydi haydi hakimdir onlar diye düşündüm. Emek var ortada, bu sorunu çözmek lazım, ya biri az çalışıyorsa? Sınav yapsam kaç alırlar ki? Acaba hangisi daha başarılı takip konusunda?
Ben bunlarla baş edemezken bugün ortalıkta gezen malum mesele bana isyanımın yersiz olduğunu balığın baştan koktuğunu bir kez daha öğretti.Öğretti ya yine de kendimi alamıyorum "Biz bu potansiyele sahipken işimize yarayacak, gelişmemizi sağlayacak konulardaki bu performans düşüklüğü neden?" diye sormaktan. (Bu beni de çok meraklı yapar mı? Bak yine yaptım, soru sordum!)
Ah be İsmail Abim, çay veren adam kötü olmasa da gevezedir, neyi merak edeceğini de bilmeyebilir, bi' el atmasan mı acaba?
Bir öğretmen için sorgulayan öğrenci arayıp da bulunamayan mücevherdir aslında. Meraklı öğrenci, öğrenmeye teşvik edilir, soruları sabırla ve keyifle yanıtlanır. Ama bu merak sizin özel hayatınıza yönelikse durum değişir. Bu hafta aramıza yeni katılan arkadaş; daha adımı dahi bilmezken önceki iş yerimde kazandığım parayı, kaç saat çalıştığımı, anne ve babamın birlikteliğini, ailemin aylık gelirini, ailemle ilişkimin nasıl olduğunu sorarken hiç tereddüt etmiyordu. Bir yandan da sürekli araştırmayı çok sevdiğini söylüyor, araştırmacı(!) kişiliğiyle övünüyordu. Çalışma ortamının zar zor sağlanan, pamuk ipliğine bağlı huzurunu katletmemek için "Sana ne arkadaşım benim anamdan, babamdan, paramdan?!" diye haykıramadım ya, ona yanıyorum.(Yine de şanslıyım, en azından diğer arkadaşlara yaptığı gibi medeni durumuma el atıp beni evlendirmeyi görev edinmedi, yetinmeyi öğrenmeliyim!)
Hoş, dışarıda da durum değişmiyor ki.. Herhangi bir ihtiyacınızı karşılamak için girdiğiniz bir dükkanda iki dakika içinde bitecek alışverişinizi bitmek tükenmek bilmeyen, utanmasalar yatak odanıza varana dek yönelttikleri sorularla uzatıyor da uzatıyorlar. Tabi bu işte o kadar ustalar ki siz istemediğinizi söylediğiniz halde önünüze yapışan bir bardak çayla desteklemeyi ihmal etmiyorlar sorularını(sanki daha katlanılır olacakmış gibi!). Sevdiğim bir dizide İsmail Abi derdi ki: "Çay veren adam kötü olur mu hiç?"
Arada bir karşılaştığım komşularımla ayaküstü sohbetlerimizde burada yapacak bir şey olmamasından yakınırken günde kaç kez evden çıktığımı hatta çıkınca nereye gittiğimi dahi bildiklerini öğrendim. Eh bunun üstüne evime gelen misafirlere ve hatta evdeki sohbetlerimize haydi haydi hakimdir onlar diye düşündüm. Emek var ortada, bu sorunu çözmek lazım, ya biri az çalışıyorsa? Sınav yapsam kaç alırlar ki? Acaba hangisi daha başarılı takip konusunda?
Ben bunlarla baş edemezken bugün ortalıkta gezen malum mesele bana isyanımın yersiz olduğunu balığın baştan koktuğunu bir kez daha öğretti.Öğretti ya yine de kendimi alamıyorum "Biz bu potansiyele sahipken işimize yarayacak, gelişmemizi sağlayacak konulardaki bu performans düşüklüğü neden?" diye sormaktan. (Bu beni de çok meraklı yapar mı? Bak yine yaptım, soru sordum!)
Ah be İsmail Abim, çay veren adam kötü olmasa da gevezedir, neyi merak edeceğini de bilmeyebilir, bi' el atmasan mı acaba?
3 Kasım 2013 Pazar
Yeni Hayat
Yaşamımıza etki eden en önemli unsurlardan biri (günümüzde) şüphesiz ki elektrik. Bugün 11 saat süren bir elektrik kesintisi yaşadım. Uyandım, karikatür dergileriyle kahvaltımı tamamladım. Kahvemi alıp en sevdiğim kitabımla güneşin ısıttığı kanepemde uzun süre keyif yaptım. Zihnim yorulduğunda saat sadece 12.18'di! Hafta içi 5'te uyanmaya alışan biyolojik saatim pazar gunleri ancak 8'e kadar dayanabiliyor..
Tabi elektrik kesintisi nedeniyle iş görmez hale gelen mobil bağlantımın da katkılarıyla gün iyice dayanılmaz bir hal aldı. Koca bir gün geçti, müziksiz, sessiz, bataryam bitecek korkusuyla. Bunun uzun zamandır görüşemediğim arkadaşımla vakit geçirmek için harika bir fırsat olduğunu düşündüm. Bir araya gelip uzun uzun konuştuk, sohbet ettik, güldük eğlendik ve hava karardı.
Önümüzde yarın için çoğaltılmayı bekleyen sınavlar, tamamlanmış olması gereken pek çok evrak, yıkanması gereken çamaşırlar, yapılması gereken alışveriş ve temizlenmeyi bekleyen evlerimizle bir pazar gününü harcamanın huzuruyla uyuyacağız şimdi!
Bütün bunlara vesile olan elektrik idaresine sevgilerimizi (!) sunuyoruz. Çocuklara da "Elektrikler kesikti, sınavı hazırlayamadım. " derim artık!
Tabi elektrik kesintisi nedeniyle iş görmez hale gelen mobil bağlantımın da katkılarıyla gün iyice dayanılmaz bir hal aldı. Koca bir gün geçti, müziksiz, sessiz, bataryam bitecek korkusuyla. Bunun uzun zamandır görüşemediğim arkadaşımla vakit geçirmek için harika bir fırsat olduğunu düşündüm. Bir araya gelip uzun uzun konuştuk, sohbet ettik, güldük eğlendik ve hava karardı.
Önümüzde yarın için çoğaltılmayı bekleyen sınavlar, tamamlanmış olması gereken pek çok evrak, yıkanması gereken çamaşırlar, yapılması gereken alışveriş ve temizlenmeyi bekleyen evlerimizle bir pazar gününü harcamanın huzuruyla uyuyacağız şimdi!
Bütün bunlara vesile olan elektrik idaresine sevgilerimizi (!) sunuyoruz. Çocuklara da "Elektrikler kesikti, sınavı hazırlayamadım. " derim artık!
2 Kasım 2013 Cumartesi
Selam Olsun Kelimelere
Bir sabah uyandığımda içimdeki tüm kelimelerin yok olduğunu fark etmekten korkuyorum. Günden güne, içimde sıkışan kelimelerin etkisiz çığlıklarının bir çeşit faranjite yakalandığına inanmaya başlıyorum. Anlatacak bu kadar çok şeyim olduğunu sanırken ağzımdan tek söz çıkmaması bunun en güçlü kanıtı bence. Peki tüm bunları hisseden yalnızca ben miyim?
Her gün onlarca durumla karşılaşıyor, ummadığımız pek çok olayda önemli roller üstleniyoruz. Ve öyle geceler oluyor ki yastığa başımızı koyunca uyumak bir yana nefes alamıyoruz. Çoğunlukla haksızlığa uğradığımızı düşünüyoruz. Yaptığımız haksızlıklarıysa genellikle yorganın altına saklıyoruz. İşte bunun ayrımına vardığımdan beri geceler benim için daha uzun. Yeterince iyi dinlemediğim çocuklar, lafını böldüğüm arkadaşlarımın hissettikleri, bana gerçekten ihtiyaç duyduğunu bildiğim halde kendi önceliklerim nedeniyle ihmal ettiklerim... Bazen de en büyük haksızlığı kendimize yaptığımızı düşünüyorum.
Kimimiz her şeyini dile getirebileceği dostlarına yakın olduğu için şanslı, kimimiz ise pek çok şeyi arada bir yapılan telefon konuşmalarına sıkıştırmak zorunda kalacak kadar şanssız. İşte bu ikinci gruptan biri olarak kendime sakladığım duygularımla kelimelerimi bir gün yitirmekten korkuyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)