İçimde yine bir yığın söz, bu kez sayfalarca susmak istiyorum. Çığlık çığlığa saklasın her şeyi ardımda bıraktığım kilometrelerce beyaz sayfa.. Ya da düşüncelerimi önceden keşfeden onca yetenekli şair, yazar anlatsın bu kez benim yerime nefeslerimi. Hatta mümkünse düşünsünler benim yerime günahına girdiğim o sözcükleri tek tek, hak geçirmeden. Çünkü benim için şu anda iki şey var hissedilebilen: İki yıl önce Ölüdeniz'de yediğim makarnanın lezzeti ve yanında duran şarabımın denize karışan enfes rengi. O anı, o an yapan dostlarım bile hatıraMa dahil olamıyor. Sonsuz bir bencillikte sahiplendim o anı, öylesine ki anıma renk katan müzik bile sadece güneşin ninnisiymiş de onunla birlikte çekilip hiç olmamış gibi..
Sözcükler ne garip... Bir anda hücum edip kalbinize sizi hareketlendiriyor ve sonra oracıkta yapayalnız bırakıp kaçıyorlar yine köşelerine. Çocuklar gibi, saklambaç oynamaya doymayan çocuklar gibi onlar. Ve çocuklar bu oyundan keyif aldığı anlarda nasıl masum gülümsüyorsa size işte öyle gülümsüyorlar bana uzaktan. Tek sorun ben bazen büyüdüğümü sanıp onlarla oynamaktan vazgeçiyorum. Oysa içimdeki çocuk bile oyuna doymadı daha.. Bak yine gülümsüyorum.
" - Bilge neden Nazmi'den ayrıldı?
- Bilmiyorum Sevgi. Anlaşamadılar herhalde.
- Garip.
...
Kelimeler albayım bazı anlamlara gelmiyor. Kelimeler albayım hangi anlamlara geliyor?
...
'Garip' kelimesiyle Sevgi, aslında ne demek istemişti acaba? Ben de neden, 'Bilmiyorum Sevgi', dedim, bildiğim halde?"
derken Oğuz Atay kelimelerin saklandıkları yeri ne de güzel, ne de kolay bulduğunu kanıtlıyor.
Oysa ne çok insan tanıyorum ben; kendi kelimelerine sahip olamayan, başkalarının kelimelerine körü körüne muhtaç olan. Ve ne çok üzülüyorum aslında onlar için. Benim kelimelerimi merak ettiklerinde hemen onlara kendi kelimelerini bulmalarını öğütlemek istiyorum. Sonra geçiyor. Herkes gibi, her "büyük" gibi alışılmışları sıralayıp susuyorum. Bunu yapmak istemediğimdeyse sıralamalarım bitmiyor bir türlü. Sanki sıkılsınlar, sorduklarına pişman olsunlar ve bir daha hiç sormadan kendi kelimelerini aramaya çıksınlar istiyorum.
Ne çok seviyorum karşısında susamadığım insanları.. Düşünsünler istiyorum, yorulsunlar ve hatta beni de yorsunlar. Sıradanlığa kapılıp aynı şeyleri tekrarlamasınlar. Sıradanlığı aştıkları her yeni sözcükle beni aydınlatsınlar, düşündürsünler; sonra ben yorayım onları..
Ne çok şey bekliyorum şu hayattan..
Huzur. Huzur bekliyorum mesela. Çoğu insanın "Çok bir şey istediğim de yok ki, sadece 'huzur' istiyorum." deyişi misali. Sahi, çok bir şey değil midir huzur? Basit midir? Yorgun argın eve geldiğin bir günde kahveni içerken vücudunu dinleyebilmektir huzur. Düşünecek başka hiçbir şeyinin olmamasıdır. Bana sorarsan ne çok şeydir o huzur.. Basit.. değil..
Tıpkı, zihnime hücum eden onca sözcüğü tek bir konuya hapsedememek gibi..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder