Geçirdiğim son 2-3 haftaya bakıyorum, dursuz duraksız ama hiç de keyifli değil.. Ömürde iz bırakan her şey hep bu kısacık anlarda üst üste yığılarak olmaz mı zaten? Dilim tutuluyor, anlatmak belki de hiç bu kadar zor olmamıştı ve anlatmaya bu kadar ihtiyaç duymamıştım.
Müfettiş ve misafir telaşesi hayatımızın olmazsa olmazı aslında ama benim durağan hayatım için bu ikisinin birleşmesi her zaman yaşananlardan değildi. Yine de her yeni gün bir nefesle başlayınca tat alınacak bir şeyler illa ki bulunuyordu. Sonra hiç yaşanmamış gibi her şey bir anda sıkıcı rutine dönüverdi.
Geçirdiğim hafta sonunda kendimi dinlenmem gerektiğine inandırmayı da başarmıştım. Nicedir ihmal ettiğim uzaklardaki dostlarla uzun sohbetler yalnızlığımı da örtüyordu hem.
Yeni hafta ise tam anlamıyla kabus gibi başladı; ölüm, kaygı, sinir hepsi bir aradaydı. Evimin duvarlarından farksız davranarak kendimi koruduğumu sandım, kapattım kendimi herkese ve her şeye. Bildiğim tek şey ayakta kalmam gerektiğiydi çünkü biliyordum beni, elimden tutarak kimse kaldırmayacaktı. Herkesi buna inandırmış ve alıştırmıştım. Oysa duvarların da alçıları dökülebiliyordu. Her zamanki gibi bunu gizlemeyi görev bilip yaşamaya çalışırken 5 gün süren elektrik kesintisi her şeyi alt üst etti. Bu kez hiçbir şeyi gizleyemez oldum; soğuk, üzüntü, yalnızlık her şey tokat gibi çarpıyordu yüzüme. Soğuğun etkisiyle ilerleyen hastalığım, doğru düşünmekten, doğru davranmaktan gitgide uzaklaştırdı beni. Hoş, belki de doğru olan o sırada yaptıklarımdı, kim bilir...
Aslında insan evinin içinde başındaki bereye rağmen soğuktan başının zonkladığını hissederken emin olduğu tek şey insanlıktan uzaklaştığı oluyor, etik kuralları algılayacak kadar olgun şartlar bulunmadıkça çoğu şey değerini kaybediyor, insan bencilleşiyor. "Sineklerin Tanrısı"nda W. Golding de bunu vurgulamaya çalışmıyor muydu? Evet, okuduğum zaman da hak vermiştim bu fikre ama günün birinde bu kadar içselleştirebileceğimi hiç düşünmemiştim.
Uzun elektrik kesintileri bazen işe çok yarar. Bir kere bol bol düşünür insan, hem de bölünme ihtimali olmadan. Düşünürken uyuyakalır, düşünceleri iyice oturur, yerleşir yerine. Duygularını ölçer, ne istediğini genellikle bulamaz ama A. İlhan'ın Kamarot Hasan'ı gibi neyi istemediğine kesin olarak karar verir.
Teknolojiden uzakta olunca uzaktaki canlardan da uzak düşüyor insan, yanı başında duran canlarla canına can katıyor, ısınıyor ya da en kötü ihtimalle "birlikte" üşüyor. Meğer ne güzelmiş bir şeylere "birlikte" göğüs germek, insanın canı daha az acıyormuş böyle olunca(ya da en azından öyle sanıyormuş insan).
Yalnız kaldığım anlarda da eski defterlerimi kurcaladım, iki senedir elektrik kesintisinde içimde birikenleri tabiri caizse kustuğum kağıtlara baktım ve yine gördüm bazen insanın ne kadar yüksek perdeden atıp tutabildiğini, üstelik bütün o düşünceleri tüm samimiyetimle aktardığımı bildiğim halde.
Velhasıl-ı kelâm bu kez de ne istediğime karar veremedim ama artık ne istemediğimi ben de iyi biliyorum. Bunun için doğru yolun hangisi olduğunu da bilmiyorum ama eminim dostlarım bilmeden de olsa bana doğru yolu seçmemde yardım edecek. Sonuçta hayat bize rağmen durmuyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder